Ana içeriğe atla

Saçmalık Saptama Sanatı - Carl Sagan

Bilimde deneysel sonuçlarla başlayan zinciri veriler, gözlemler, ölçümler ve "gerçekler" izler. Eğer olanaklıysa, zengin bir "olası açıklamalar dizini" oluşturur ve her sonucu sistematik olarak gerçeklerle karşılaştırırız. Eğitim süreçlerinde bilim adamları, yutturmaca saptama aletleriyle donatılırlar. Ne zaman değerlendirilmek üzere yeni görüşler ortaya konulsa, bu alet takımının yardımına başvurulur. Yeni görüş takımın içindeki aletlerin testinden canlı çıkabilirse, onu sıcak, ama temkini elden bırakmayan bir tavır ile kucaklarız. Siz de bu tavrı benimsemek, inandırıcı görünseler de yutturmacaların ağına düşmemek istiyorsanız, işlerliği tüketici üzerinde denenmiş, deneyle sabit bir yöntem var.

Takımın içinde neler bulunuyor? Kuşkucu yaklaşım aletleri.

Kuşkucu yaklaşım, özetle, akla yatkın bir savı geliştirme, anlama ve —önemle altını çizmek gerekir ki— hatalı ya da düzmece bir savı tanıma sanatıdır. Sorun, bir dizi akıl yürütme yoluyla vardığımız sonucu sevip sevmediğimizi değil, sonuca varsayımımız ya da çıkış noktamız uyarınca varılıp varılmadığını ve varsayımımızın doğru olup olmadığını saptamaktır.

Takımdaki aletler arasında şu ilkeleri sayabiliriz:

  • Mümkün olduğu sürece, "gerçekler"in teyidi bağımsız olmalıdır.
  • Tüm bakış açılarının bilgili savunucuları arasında eldeki kanıtlar üzerine bir tartışma teşvik edilmelidir.
  • Otoriteden gelen savlar fazla önem taşımaz —"yetkili makamlar" geçmişte hatalar yaptı. Gelecekle de yapacaklar. Başka bir deyişle, bilimde otoriteler yoktur; en fazla, uzmanlar vardır.
  • Birden fazla hipotez üzerinde durulması gereklidir. Ortada açıklanması gerekli bir şey varsa, olası tüm açıklamalar anılmalı; her bir olası açıklamanın sistematik olarak çürütülebileceği sınamalar yapılmalıdır. "İşleyen çok sayıda hipotez" arasında, bu Darwinci seçilimden canlı çıkan hipotezin doğru yanıt olma şansı, sırf hoşunuza gittiği için kapıldığınız ilk görüşünkinden çok daha yüksektir.*
* Bu, jüri davalarında da söz konusu bir sorundur. Geçmişe yönelik çalışmalar, kimi jüri üyelerinin çok erken —hatta davanın ilk aşamasında— karara vararak ilk izlenimlerini destekleyen kanıtları dikkate alıp karşıt kanıtları reddettiklerini gösteriyor Bu tür kişiler, işleyen alternatif hipotezler yöntemini kullanmaksızın karar veriyorlar.

  • Kendinize ait olduğu gerekçesiyle bir hipoteze gereğinden fazla bağlanmamaya çalışın, bilgiye erişim yolundaki istasyonlardan biri olarak düşünün onu. Kendinize, o görüşü neden sevdiğinizi sorun. Diğer alternatiflerle adil bir şekilde karşılaştırın. Hipotezinizi reddetmek için nedenler bulup bulamayacağınıza bakın; siz hiçbir neden bulamasanız bile başkaları bulabilir.
  • Niceleyin. Açıkladığınız her ne ise bir ölçüye, sayısal değere sahipse, onu rakip hipotezlerden ayırmayı çok daha kolay başarabilirsiniz. Belirsiz ve niteliksel hipotezler birçok açıklamaya açıktır. Kuşkusuz, karşılaşmak zorunda olduğumuz birçok niteliksel konuda da aranması gereken doğrular söz konusudur; ama onları bulmak daha zordur.
  • Eğer bir savlar zinciri söz konusu ise, (temel sav da dahil olmak üzere) zincirin her halkası —bir kısmı ya da birçoğu değil— geçerliğini kanıtlamak zorundadır.
  • Occam'ın Usturası. Bu kararlama yöntemi, veriyi aynı derecede iyi açıklayan iki hipotezle karşılaştığımızda, daha basit açıklamayı seçmemizi sağlar.
  • Hipotezin en azından ilkesel olarak yani ispatlanabilir olup olmadığını sorun. Sınanamayan, yanlışlanamayan önermeler, pek fazla değer taşımaz. Evrenimizin ve içerisindeki her şeyin, daha büyük bir kozmosta, yalnızca bir temel parçacık —örneğin, bir elektron— sayılacağı yolundaki baş döndürücü görüşü düşünün. Ancak, evrenimizin dışına ilişkin bilgiyi hiçbir zaman elde edemezsek, o halde bu görüş "çürütülemez" değil midir? Önermeleri deneyebilmelisiniz. Müzmin kuşkuculara, akıl yürütmenizi izleme, deneylerinizi tekrarlama ve aynı sonuçları alıp almayacaklarına bakma şansını vermek zorundasınız.
        .
        .
        .
Herhangi bir iddiayı değerlendirmede hangi yolların izlenmesi gerektiğini öğretmenin yanı sıra, yutturmaca saptama takımı, bize ne yapmamamız gerektiğini de öğretmelidir. Bu takım, mantık ve söz sanatının en bildik ve tehlikeli yanılgılarını tanımamızı sağlar. Din ve siyasette birçok iyi örnek bulmak olanaklıdır; çünkü bu iki dalın uygulayıcıları, sık sık birbiriyle çelişen iki önermeyi doğru göstermek durumunda kalır. Bu yanılgılar arasında şunları sayabiliriz:

  • ad hominem —"Kişiye özel" anlamına gelen ve sava değil, savı öne sürene saldıran ifade (örneğin, Dr. Smith tanınmış, köktenci bir dinbilimcidir; bu nedenle evrime karşı çıkışının ciddiolarak değerlendirilmesine gerek yoktur);
  • otoriteden gelen sav (örneğin, Başkan Richard Nixon yeniden seçilmelidir, çünkü kendisinin Güneydoğu Asya'daki savaşı sona erdirmek için gizli bir planı var —ne var ki, plan gizli olduğundan seçmenin kendi ölçütleriyle bir değerlendirme yapması olanaklı değildi; savın kendisi ona güvenmek için yeterliydi; çünkü o Başkan'dı: böylelikle seçmen, sonradan hata olduğu anlaşılan bir seçim yapmış oldu);
  • karşıt sonuçların ortaya koyduğu sav (örneğin, cezalandıran ve ödüllendiren bir Tanrı olmalı, çünkü eğer olmasaydı toplum çok daha başıbozuk ve tehlikeli —hatta yönetilemez— olurdu.* Ya da: Basında çok geniş yer verilmiş bir cinayet davasının sanığı suçlu bulunmalıdır; aksi halde, diğer insanlar eşlerini öldürmek için cesaretlendirilmiş olur);
* Romalı tarihçi Polybios daha da kötümser bir yaklaşım geliştirmiş:
İnsan kitleleri yasak arzularla dolu, tutkulu, sonuçlardan çekinmeyen çalkantılı bünyeler oluşturduklarındandır ki, düzeni sağlamak için içlerini korkuyla doldurmak gerekir. Bu bakımdan, eskiler tanrıları ve ölümden sonra ceza inancını ortaya atmakla iyi bir iş yapmışlardır.

  • cehaleti yeğleme —yanlışlanamayan bir şeyin doğru, doğrulanamayanın da yanlış sayılması yolundaki iddia (örneğin, UFO'ların Dünyayı ziyaret etmediği yolunda güçlü kanıt yoktur; demek ki UFO'lar —ve evrenin başka bir yerinde zeki yaşam— vardır. Ya da: Yetmiş katrilyon başka dünya olabilir, ama hiçbiri Dünya'daki ahlaki düzeye erişememiştir, bu nedenle biz hâlâ evrenin merkeziyiz.) Belirsizlik konusunda böylesine sabırsız bir tavrı şöyle eleştirebiliriz: Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir;
  • yanıltmaca; genellikle söz sanatı ile başı büyük belada olan önermeleri kurtarmak için kullanılır (örneğin, merhametli bir Tanrı, bir kadın kurallara karşı gelerek bir erkeğin bir elma yemesine yol açtığı için gelecek kuşaklan suçlu sayabilir mil Yanıltmaca: İncelikli Özgür İrade Öğretisi'ni anlamıyorsunuz. Ya da: Aynı kişi nasıl hem tanrısal bir Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olabiliri Yanıltmaca: Üçleme'nin tanrısal gizemini anlamıyorsunuz. Ya da: Tanrı nasıl olup da Musevi, Hıristiyan ve Müslümanların —her bir din, nezaket ve acıma erdemleri bakımından kendi yüce ölçütlerine sarılmış olmak üzere o kadar uzun zaman boyunca zalimce işler sürdürmelerine izin verdi? Yanıltmaca: Özgür irade'yi yine anlamıyorsunuz. Hem zaten Tanrı hep gizemli yollar izler.);
  • iddiayı kanıtlanmış saymak, başka bir deyişle yanıtı oldu bittiye getirmek (örneğin, şiddet suçlarını önlemek için ölüm cezasını uygulamak zorundayız. Ancak, ölüm cezası uygulandığında, şiddet suçlarının oranında bir düşüş oluyor mu gerçekten? Ya da: Teknik bir ayarlama ve yatırımcıların kâr payı alması nedeniyle borsada dün düşüş yaşandı —peki "ayarlama" ve kâr payı almanın beklenmedik düşüşlerdeki rolü konusunda bağımsız kanıt var mı? Bu sözde açıklamadan herhangi bir bilgi elde edebildik mi?);
  • gözlemsel seçilim, diğer adıyla tercih edilen koşulların dikkate alınması ya da Francis Bacon'un tanımladığı şekliyle "artıları sayıp eksilere boşvermek"* (örneğin, Bir eyalet kendi yöresinden çıkan Başkanlar ile övünür, ama yine kendi yöresinden çıkan seri cinayet suçlularının adını bile anmaz);
* Bu konuda en sevdiğim örnek, Manhattan nükleer silah projesinde görevli araştırmacılardan biri olarak II. Dünya Savaşı'nın ortasında Amerika'ya ayak bastığında, ABD sancak görevlileri ile karşılaşan İtalyan fizikçi Enrico Fermi ile ilgili olarak anlatılan öykü:
Falanca falancanın büyük generaller olduğu söylenir fizikçiye. Büyük generalin tanımı nedir? diye sorar Fermi hemen.
Ard arda birçok savaş kazanan general olsa gerek, derler kendisine.
Kaç savaş?
Aşağı yukarı şöyle bir tarttıktan sonra beşte karar kılarlar. Amerikalı generallerin kaçta kaçı büyüktür peki?
Yine aşağı yukarı hesaplamalardan sonra küçük bir kısmının büyük olduğuna karar verilir.
Bunun üzerine Fermi sert bir çıkış yaparak, düşününüz ki büyük general diye bir şey yok; tüm ordular aynı güce sahip ve savaş kazanmak tümüyle bir şans oyunu der. Bu durumda bir savaşı kazanma olasılığı ikide bir yani 1/2; iki savaş kazanmanın 1/4, üç savaşınki 1/8, dört savaşın 1/16 ve beş ardıl savaşı kazanmanınki de 1/32: yani yüzde 3'tür. Amerikalı generallerin küçük bir kısmının beş ardıl savaşı —tümüyle şans eseri olarak— kazanmasını zaten beklersiniz. Peki arka arkaya on savaş kazanan general var mı, siz onu söyleyin... ?

  • küçük sayı istatistikleri —gözlemsel seçilimin yakın bir akrabası (örneğin, "Her beş kişiden biri Çinli diyorlar. Bu nasıl olabilir? Yüzlerce insan tanıyorum ve hiçbiri Çinli değil. Sevgilerimle. "Ya da: "Arka arkaya üç yedili devirdim. Bu gece kaybedemem.");
  • istatistiğin doğasını yanlış anlama (örneğin, Başkan Dwight Eisenhower, Amerikalıların yarısının normalin altında zekâya sahip olduklarını öğrenince hem çok şaşırdı hem de alarma geçilmesi gerektiğini belirtti);
  • tutarsızlık (örneğin, düşman tarafların askeri güç potansiyeli konusunda temkinli davranarak en kötü olasılığı göz önüne alınız; ancak çevresel tehlikeler konusunda bilimsel yaklaşımları "kanıtlanmadıkları" gerekçesiyle gönlü ferah bir şekilde reddediniz. Ya da: Eski Sovyetler Birliği'nde ortalama ömürdeki azalmayı komünizmin yıllar önceki başarısızlıklarına bağlayın, ama Amerika Birleşik Devleti'ndeki (şu an başlıca sanayi toplumları arasında birinci sırada yer alan) yüksek çocuk ölümü oranını kapitalizmin başarısızlıklarıyla asla ilintilendirmeyin. Ya da: Evrenin kalan ömrünün sonsuz olduğunu düşünmeyi akla yatkın bulun, ancak geçmişinin de sonsuza uzandığı görüşünü absürd olarak değerlendirin);
  • non sequitur —Latince "mantıksız sonuç" anlamına gelen ifade (örneğin, ulusumuz varlığını sonsuza değin sürdürecektir, çünkü Tanrı büyüktür. Ne var ki, hemen her ulus, kendisi için aynı kanıda; Almanlar şöyle diyordu: "Got! mil uns"). Mantıksız sonuç yanılgısına düşenler, genellikle alternatif olasılıkları göz ardı etmiş kesimler oluyor;
  • post hoc, ergo propter hoc —latincede "Bundan sonra oldu, o nedenle bundan dolayı" anlamındaki ifade (örneğin, Manila Başpiskoposu Jaime Kardinal Sin şöyle diyor: "26 yaşında olduğu halde kullandığı doğum kontrol hapları yüzünden 60 yaşında gösteren birini tanıyorum. "Ya da: Kadınlar oy hakkı elde etmeden önce nükleer silahlar yoktu);
  • anlamsız soru (örneğin, karşı konulmaz bir güç, kıpırdatılamaz bir nesne ile karşılaştığında ne olur? Ancak karşı konulamaz güç diye bir şey varsa, kıpırdatılamaz nesne diye bir şey de olamaz; tersi de doğrudur);
  • hesaba katılmayan ana nokta ya da yanlış yöne sapma —orta noktada yer alan olasılıklardansa yalnızca iki tane noktayı dikkate alma (örneğin, "Tabii, sen de onun tarafını tut; eşim hep kusursuzdur, bense hep haksızımda: "Ya da: "Ülkeni ya sever ya da nefret edersin. "Ya da: "Çözümün parçası değilsen, sorunun bir parçasısındır. ");
  • kısa dönem/uzun dönem çatışması —hesaba katılmayan orta noktanın bir alt dalı; ancak çok önemli olduğu için ayrıca dikkat çekmek istedim (örneğin, yetersiz beslenen çocuklara gıda sağlama ve okulöncesi çocukları eğitme programlarına para ayıramayız, hiç zaman kaybetmeksizin sokaktaki suç konusuyla ilgilenmeliyiz. Ya da: Böylesine büyük bir bütçe açığımız varken neden uzayı keşfetmekle ya da temel bilimlerle uğraşalım?);
  • yine hesaba katılmayan ana nokta ile ilgili olarak, kaygan yokuş (örneğin, gebeliğin ilk haftalarında kürtaja izin verirsek, gelişim evresini tamamlamış bir bebeğin öldürülmesini engellemeyi asla başaramayız. Ya da tersine: Devlet dokuzuncu ayda bile kürtaja yasak getirecek olursa, pek yakında bizlere gebe kalma şuasında vücudumuza neler yapmamız gerektiğini de söylemeye kalkışacaktır.);
  • karşılıklı ilişki ve sebep sonuç ilintisinde kafa karışıklığı (örneğin, bir kamuoyu araştırması, eşcinsellik oranının üniversite mezunları arasında, daha az eğitimlilerden daha yüksek olduğunu gösteriyor; demek ki eğitim insanları eşcinselliğe itiyor. Ya da: And depremleri, Uranüs gezegenine yakınlaşmalar ile bağıntılıdır; dolayısıyla —daha yakınımızda bulunan ve daha büyük külteye sahip Jüpiter gezegeni ile öyle bir bağıntı bulunamamış olmasına karşın—depremlere yol açan Uranüs gezegenidir*);
* Ya da: Şiddet içeren TV programlarını izleyen çocuklar yetişkinliklerinde şiddete daha eğilimli oluyorlar. Ancak, TV mi şiddete yol açıyor, yoksa şiddet eğilimli çocuklar şiddet içeren programlar izlemeyi mi tercih ediyor? Büyük olasılıkla her ikisi de doğru. Ticari çıkarlar nedeniyle TV şiddetini savunanlar herkesin televizyon ile gerçeği ayırt edebileceğini öne sürüyor. Ne var ki cumartesi sabahı çocuk programları saatte ortalama 25 şiddet gösterimi içeriyor.Bu durum, en azından, küçük çocukların saldırganlık ve rastgele zalimliğe karşı duyarsızlaşmalarına yol açıyor. Kolay etki altında kalan yetişkinlerin beyinlerine sahte anılar yerleştirilebiliyorsa, daha ilkokuldan mezun olmadan ünce ortalama 1 (XI 000 şiddet gösterimine maruz bıraktığımız çocuklarımızın beyinlerine biz neler yerleştirmiş oluyoruz dersiniz?

  • çöpten adam —bir konumu karikatürize ederek saldırıyı kolaylaştırmak (örneğin, bilim adamları, (canlıların şans eseri ortaya çıktıkları kanısında —Darwin'in doğanın, işe yararları ayırıp yaramayanları yok ettiği yolundaki bakış açısını bilinçli olarak göz ardı eden bir yaklaşım. Ya da —bu da bir kısa dönem/uzun dönem yanılgısıdır —çevreciler, salyangozlar ve benekli baykuşlar konusunda, insanlar için olduklarından çok daha fazla endişeliler);
  • saklı kanıt ya da yarı doğrular (örneğin, Başkan Reagan'a yapılan suikast girişimi konusunda, her yerde geniş yer verilmiş olan inanılmaz derecede dakik bir "kehanet" televizyonda da yayımlandı; peki ama —önemli bir ayrıntı— televizyon kaydı olaydan önceye mi sonraya mı ait? Ya da: Yumurta kırmadan omlet yapılmaz; hükümetin bu yolsuzluklarından kurtulmak için bir devrim gerekti. Evet, ama bunun önceki rejimde olduğundan çok daha fazla insanın ölümüyle sonuçlanan bir devrim olması gerekli mi? Diğer devrimlerden alınan dersler neler öğretiyor? Tüm devrimler baskıcı rejimlere karşı ve insanların yararına mıdır?);
  • aldatıcı sözler (örneğin, ABD Anayasası'nın öngördüğü güçlerin ayrımı ilkesi uyarınca, Meclis ilan etmediği sürece Amerika Birleşik Devletleri bir savaşa giremez. Öte yandan, başkanlara dış politikanın kontrolü ve savaşın idaresi yetkileri verilmiştir ve bunlar adayı yeniden seçtirmek için potansiyel güce sahip araçlardır. Her iki siyasi partiden çıkan Başkanlar da bir yandan bayrağı sallayıp bir yandan da savaşlara başka isimler takarak —"güvenliği korumaya yönelik etkinlikler", "silahlı erkinlikler", "koruyucu tepki atılımları", "ortalığı yatıştırma", "Amerikan çıkarlarını koruma" ve "Tatbikat Gerektiren Neden" gibi çeşitli "tatbikatlara" —savaşlara kalkışabiliyorlar. Savaşa övgüler, siyasi amaçlarla dilin yeniden biçimlendirildiği geniş bir saha oluşturuyor. Talleyrand şöyle demiş: "Siyasetçiler için önemli bir sanat dalı da eski isimleriyle topluma iğrenç gelen kurumlara yeni isimler bulmaktır").

Bu türden mantıksal ve güzel sözlerle ifade edilen yanıltmacaların varlığından haberdar olmak yoluyla alet takımınım tamamlamış oluruz. Tüm aletler gibi, yutturmaca saptama takımı da kötüye kullanılabilir, bağlam dışı uygulamaya konulabilir, hatta düşünmeye alternatif bir kör değneği haline getirilebilir. Ancak yerinde ve adil kullanıldığında, kendi savlarımızı başkalarına sunmadan önce değerlendirmek de dahil olmak üzere, her türlü ayrımı yapma amacına hizmet eder.



Amerikan tütün sanayii, her yıl 50 milyar dolar kazanç sağlıyor. Sigara kullanımı ve kanser arasında istatistiksel bir bağıntı olduğunu tütün sanayii de kabul ediyor; ancak bu bağıntının nedensel olmadığını öne sürüyor. Onlara göre, bir mantık hatası yapılıyor. Bu ne anlama gelebilir? Kansere kalıtsal eğilimi olan kişilerin, bağımlılık yapan ilaçları kullanmaya da kalıtsal eğilimi olabilir —yani sigara kullanımı ve kanser bağıntılı olabilir, ama kansere sigara neden olmaz. Bu türden, son derece zorlama başka ilişkiler de kurulabilir. İşte bilimin kontrol deneylerinde ısrarlı olmasının nedenlerinden biri de budur.

Diyelim ki çok sayıda farenin sırtına sigara katranı sürdünüz ve aynı özelliklere sahip ancak sırtına katran sürülmemiş bir diğer grup farenin sağlık durumunu gözetim altında bulundurmaktasınız. İlk grup kansere yakalandığı halde ikinci grupta kanser görülmezse, bağıntının nedensel olduğundan kesinlikle emin olabilirsiniz. Tütün dumanı solunduğunda, kansere yakalanma olasılığı artar; solunmadığında ise doğal düzeyde kalır. Anfizem, bronşit ve kalp-damar hastalıkları için de aynısı geçerlidir.

Sigara dumanındaki maddelerin kemirgenlerin sırtına sürüldüğünde hastalığa yol açtığı sonucuna varan ilk çalışma 1953 yılında bilimsel yazında yayımlandığında, başlıca altı tütün şirketinin yanıtı, Sloan Kettering Vakfı'nca desteklenen araştırmaya ilişkin kuşku uyandırmak amacıyla bir halkla ilişkiler kampanyası başlatmak olmuştu. Freon ürünlerinin koruyucu ozon tabakasına zarar verdiği yolunda ilk çalışma yayımlandığında, Du Pont Corporation da benzer tepki göstermişti. Daha birçok örnek verilebilir.

Hoşlarına gitmeyen araştırma sonuçlarını reddetmeden önce, hatırı sayılır şirketlerin üretim öncesinde ürünlerinin güvenliğini denemek için büyük kaynaklar harcayacaklarını düşünebilirsiniz. Gözden kaçırdıkları bir nokta varsa, bağımsız bilim adamları bir tehlike olduğunu söylüyorsa, şirketler neden buna karşı çıksın ki? Kâr kaybına uğramaktansa insanları öldürmeyi mi yeğleyecekler? Belirsiz bir dünyada bir hata yapıldıysa, sonrasında tüketicileri ve halkı korumaya yönelik bir tutum izlenmesi gerekmez mi? Sırası gelmişken, tüm bunlar hür girişimlerin kendilerini denetleme yetisi konusunda ne söylüyor bize? Bunlar, halkın yararı uğruna hükümetin en azından bir ölçüde müdahale etmesi gerekli durumlar değil mi?

Brown and Williamson Tütün Ortaklığı'nın 1971 tarihli dahili raporu, ortak hedeflerden biri olarak şunu belirtmiş: "Milyonlarca insanın zihninde yer etmiş, sigara kullanımının akciğer kanserine neden olduğu yolundaki yanlış yargıyı bertaraf etmek; zira bu yargı, bağnaz varsayımlar, safsatalı söylentiler, adını duyurmaya çalışan fırsatçıların desteksiz iddiaları, bilimsel olmayan ifadeleri ve zanları üzerine temellendirilmiştir." Şikayetleri arasında şu da yer alıyor:

Hür teşebbüs tarihinde herhangi bir ürüne karşı girişilmiş en büyük iftira ve karalama hareketi; eşi görülmemiş, inanılmaz derecede art niyetli bir saldırıdır bu. Öylesine etkili anlamlar içeren öylesine büyük bir iftira ki bu, nasıl oluyor da böyle bir karalama kampanyası anayasa ile bağdaştırılıyor, nasıl oluyor da yasalar böyle görmezden geliniyor ya da çiğnenebiliyor anlamak zor doğrusu [metinden aynen alınmıştır].

Bu söz-sanatsal (retorik) söylem, tütün sanayiinin tüketiciye yönelik reklamlarında kullandığından bir parça daha hummalı o kadar.

Düşük "katran" (sigara başına 10 miligram ya da daha az) içerdiği yolunda reklam yapan birçok sigara markası var. Bu neden bir erdem sayılıyor? Çünkü, çok halkalı aromatik hidrokarbonların ve bazı diğer kanserojenlerin yoğunlaştığı yer, ateşe dayanıklı katranlı kısım. Düşük katranlı sigara reklamları, sigaranın gerçekten de kansere neden olduğu yolunda tütün şirketlerinin sessiz bir itirafı değil mi sizce?

Healthy Buildings International (Uluslararası Sağlıklı Binalar), tütün şirketlerinden milyonlarca dolarlık gelir sağlayan kâr amaçlı bir örgüt. İşi pasif sigara içimi konusunda araştırma yaparak tütün şirketleri adına ifade vermek. 1994 yılında bu örgütte görevli üç teknisyen, kıdemli idarecilerin havadaki solunabilir sigara parçacıkları konusundaki veriyi bilinçli olarak çarpıttıkları yolunda suç duyurusunda bulundu. Her durumda, uydurulan ya da "düzeltilen" veriler, tütün dumanını teknisyenlerin ölçümlediğinden daha güvenli göstermeyi beceriyordu. işbirliğine dahil araştırma birimlerinin ya da anlaşmalı araştırma kurumlarının, bir ürünü tütün ortaklıklarının kamuoyuna duyurduğundan daha zararlı bulduğu oluyor mu hiç? Öyle bir sonuca varacak olsalar, ortaklıkları sürer mi dersiniz?

Tütün, birçok bakımdan, eroin ve kokaine göre bile daha yüksek bağımlılığa yol açan bir maddedir. 1940'lara ait bir reklamın dediği gibi insanların "bir Camel uğruna iki kilometre yürümeleri" için bir neden vardı. Tütün yüzünden ölen insanların sayısı II. Dünya Savaşı kurbanlarından daha fazla. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, her yıl dünya çapında üç milyon insan sigara kullanımı nedeniyle ölüyor. Sigara kullanımını gelişmekte olan dünyada genç kadınlar için modern ve moda bir davranış olarak tasvir eden kapsamlı reklam kampanyası da nedenlerden biri olmak üzere, 2020 yılında bu oranın yıllık on milyon ölüm vakasına yükseleceği tahmin ediliyor. Tütün sanayii, bu bağımlılık yapıcı zehir karışımlarının kullanımını günlük yaşamın bir parçası yapmaktaki başarısını kısmen, yutturmaca saptama alanındaki yaygın bilgisizliğe, eleştirel düşünce ve bilimsel yöntem kullanımı eksikliğine borçlu. Kolay inanırlık* öldürüyor.

* Gullibility= saflık, kolay aldanırlık. (ST.)


Alıntı kaynağı:

KARANLIK BİR DÜNYADA BiLİMİN MUM IŞIĞI
"THE DEMON-HAUNTED WORLD
Science as a Candle in the Dark
"
Carl Sagan

TUBİTAK / Yapı Kredi Yayınları

Çeviri
Miyase Göktepeli

* Yine çevirinin bazı yerlerini kurcalamadan edemedim, bardonemua. (ST.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SineGarg: Roland ile Rattfink

Roland ile Rattfink S01E01 " Şahinler ve Güvercinler " Roland and Rattfink , 1967'den 1972'ye kadar üretilen ve yayınlanan bir Amerikan kısa animasyon dizisidir. Ana karakterler aynı zamanda Pembe Panter animasyon dizisinde de konuk oyuncu olarak yer almıştır. Dizinin yapımcılığını David H. DePatie ve Friz Freleng üstlenmiştir.

Piyango! -Shirley Jackson

Shirley Hardie Jackson (14 Aralık 1916 - 8 Ağustos 1965), Genellikle korku ve gizem eserleri ile tanınan Amerikalı yazardır. Yirmi yıla yayılan yazım kariyeri boyunca, altı roman, iki anı ve 200'den fazla kısa hikaye üretmişti. Gotik-romantik tarzının en tanınmış çağdaş yazarlarındandır. Türkçede yalnızca iki eseri basılmış durumda ancak. The Lottery "Piyango", The New Yorker'ın 26 Haziran 1948 sayısında yayınlanan Shirley Jackson tarafından yazılmış ve Amerikan edebiyat tarihinin en ünlü kısa hikâyelerinden biri olarak ünlenmiş olan esere ilk tepkiler kızgın okuyucuların gazeteye yağan nefret mektupları şeklinde olmuştu. Türkçeye çeviren: Egemen İmre Kapak resmi: Miles Hyman. Aynı adlı grafikroman uyarlamasından sayfa alıntısı. - Türkçe ve İngilizce -

Adam ve Kadından Doğma - Matheson

Richard Matheson (20 Şubat 1926 - 23 Haziran 2013), öncelikle fantezi, korku ve bilim kurgu türlerinde pek çok tanınmış ürünler veren Amerikalı yazar ve senarist idi... " Born of Man and Woman " Matheson'ın 'bilimkurgu' tarzında kabul edilen kısa öyküsüdür, orijinal olarak temmuz 1950'de " The Magazine of Fantasy and Science Fiction "da yayınlanmıştı ve ünlü yazarın 22 yaşında kaleme aldığı ilk profesyonel satışı idi ve bibliyografyasında kalıcı bir yer kazandıracak etki sağladı. TV dizisi The Twilight Zone 'da 16 bölümün senaryosu Matheson'a aitti. Türkçeye çeviren: Süheyl Toktan - Türkçe ve İngilizce - “ Ötekinin ” gözünden aktarılan, zulüm şeklini almış aşırı ayrımcılık. Çocuk, kendisi ile ilgili tutumları onu bodruma kilitleyip diğer insanların gözlerinden uzak tutmak ve zalimce davranmak olan ana-babasından çok farklıdır. Lâfın kısası, hikâye farklı olanın izolasyonu hakkındadır. Yazar, in